Bizim siyasilerimiz, bizim mülki ve mahalli yöneticilerimiz, büyüklerimiz bir zamanlar, aramızdaydılar, yanımızdaydılar. Kalplere dokunan sözlerin sahipleriydiler. Kapıları ardına kadar açıktı. Sen-ben yoktu. Sizden-bizden yoktu. Kayırma yoktu. Taraf olmak, taraf tutmak yoktu. Şimdi kapalı kapılar var. Masalar var. Duvarlar var. Surlar var…Çözemediğimiz, anlayamadığımız bir soğukluk var.
Enflasyon vurmuş, yokluk vurmuş, yoksulluk vurmuş, hayat gailesi vurmuş, iş meselesi, aş meselesi, ekmek meselesi vurmuş.
Küle dönmüş halimiz ahvaliniz.
Kül olmuş ümitler…Kül olmuş hayaller…Kül olmuş istikbal… Kül olmuş yarın…
Ne mi demek kül? Ne diyordu o güzel şarkı?
“Biraz kül, biraz duman o benim işte!”
Halimiz kül, halimiz duman, etrafımızda bir yığın bakar kör, bizi ne dün ne bugün anlamayan…
Oysa biz…
Bizi anlayanlarla, bizi dinleyenlerle, yüzümüze bakar bakmaz elimizden tutanlarla bugünlere geldik.
Ne zamandan beri mi?
Ne zaman kavramı izafi!
Ne zaman kavramı derin!
Ne zaman kavramı sırlı!
Ne zamandan beri demek nedir bilir misiniz?
Biz bizi bildik bileli…
Biz bizi bildik bileli ne mi demek?
Fi tarihi değil…Kâlû Belâ da değil…Türk Tarihi kaç bin yıldır varsa, o kadar yıl işte…
*****
Bizi gözetenler, gecesi gündüzü biz olanlar, bizi unutmayanlar, bizi dağıtmayanlar vardı hep yanı başımızda.
Toparlayandılar. Bölen, dağıtan, ayrıştıran değillerdi…
Kim nereye dağılmış, kim boynunu bükmüş, kim yakasına küsmüş kim almış başını gitmiş her birine ulaşırlardı.
Gel çağrısı kutlu bir çağrıydı…İki eli kanda olsa gelmek derler ya hani…
Gel çağrısı eriştiğinde, yetiştiğinde, her kim ne yapıyorsa, olduğu gibi bırakır, o çağrıya uyardı.
Derlerdi ki…
Bir gel çağrısına bakarım, bir de o çağrının kimden geldiğine…
O çağrı, beklenilen çağrıysa, koşmam, kanatlanıp uçarım…
En son Mustafa Kemal Atatürk, gelin yanıma, toplanın ay yıldızlı bayrağın altına demişti. Türk milleti bir olmuştu, beraber olmuştu, kül oldular artık diyenlere inat, küllerinden yeniden doğmuştu.
*****
Binlerce yıldır dünya sahnesinde var bu millet. Türk Milletini Orta Asya’dan, Hazar’ın kuzeyinden geçirenlerle, Hazar’ın güneyinden Orta Doğuya, Anadolu’ya ulaştıranlarla, Altaylardan Tuna’ya kavuşturanlarla, üç kıtada at oynatanlarla yürürdü Türk Milleti.
Dizlilere diz çöktürdüler… Başlılara baş eğdirdiler…Mazlum milletlerin yüzünü güldürdüler…
Bu dünyaya huzur getirdiler, adalet getirdiler.
Türk ne zaman kuşatıldı? Ne zaman eli kolu bağlandı? Ne zaman küle dönsün?
O külün içinde köz arayan köz bulamasın… Öz arayan öz bulamasın…
Söz bekleyen, söz duyamasın denildiğinde karıştı dünya, kan ağladı coğrafyalar.
Türk’ün, geri çekildiği coğrafyalarda kan var, ateş var, savaş var…
Her yer kan gölü, her yer de kol geziyor ölüm.
Dinmiyor anaların gözyaşları.
Çocukların en çok hayatlarını kaybettiği bölgeler coğrafyalar hep Türk’ün geri çekildiği kıtalar.
Örnek mi istiyorsunuz?
İşte Balkanlar… İşte Batı Trakya… İşte Orta Doğu… İşte Kerkük…İşte Doğu Türkistan…Külle kaplı hürriyet…. Küle mahkûm adalet… İnsanlık kül… Vicdanlar kül… Merhamet kül…Din kardeşliği kül…
Ülkeler işgal altında, bölünenler, paramparça edilenler, medeniyet denen tek dişi kalmış canavarın pençeleri altında inim-inim inliyor.
*****
Bizim siyasilerimiz, bizim mülki ve mahalli yöneticilerimiz, büyüklerimiz bir zamanlar, aramızdaydılar, yanımızdaydılar. Kalplere dokunan sözlerin sahipleriydiler. Kapıları ardına kadar açıktı. Sen-ben yoktu. Sizden-bizden yoktu. Kayırma yoktu. Taraf olmak, taraf tutmak yoktu.
Şimdi kapalı kapılar var. Masalar var. Duvarlar var. Surlar var…
Çözemediğimiz, anlayamadığımız bir soğukluk var.
Hadi canım, ne var diyen pişkin ifadelere karşı ateş olmayan yerden duman tüter mi denilmesine bozuluyorlar, yok öyle bir şey diyerek…
Bir de ne ateşi ne dumanı, biz neden görmüyoruz demiyorlar mı ya…
Anlayabilene, aşk olsun.
Küle dönmüşüz, duman olmuşuz… Her işimizi kendi elimizle kördüğüme döndürmüşüz haberimiz yok.
Ne dumanı? Ne isi? Ne sisi? Diyenler kim? Daha bilemediler mi, tanıyamadılar mı öz kardeşlerini? Nasıl ve nerede kaybettik bu kadar kendimizi, birbirimizi?
*****
Doğru anlaşılmayı beklerken, hasret kalmışken, inadına, yanlış anlaşılma rekorları kırdığımız bir dönemden geçiyoruz!
Küle dönmemiz o yüzden olabilir mi?
İhtimal ki öyle…
Ateşle, külle ne kadar zamandan beri haşır-neşir olduğumuzu unutalı çok oldu.
Ateş ve külün olduğu yerde ne olur?
Duman!
Başka, is olur, sis olur olurda olur…
Safi kül mü olur? Külün içinde tesadüfen ya da hasbelkader birkaç köz kalır mı? Köz külün içine saklanır mı? Uzaktan bakan, bu közün içinde hiç köz kalmamış diye aldanır mı?
Yoksa aldanmış gibi davranır mı?
Kül deyip geçenler için, kül küldür külün gücü kimseye yetmez diyenleri kül eder kül. O kül olan nasıl ne neden kül olduğunu anlayamadan kül olur geçer.
*****
Bir de işin edebiyatına dalıp gidenler var…
Ne mi diyorlar?
Yana yana kül oldum…
Yanmayan ne bilsin külü dumanı?
Kül savrulandır…Yanarak kavrulandır…Fizan neresi o bilir….
Kuş uçmaz kervan geçmez yerlere dağılmak ne anlama gelir?
Kül bilir…Lafla kül olanlar o kadar çok ki…Öyle olduğu için bilmiyorlar külün ne olduğunu…
Küle gel diyen gel dedi mi, savrulduğu yerden, kayboldu denen yerden, dağlardan, çöllerden döner gelir.
Külün edebiyatını yapanlar bilmiyorlar kül ne duman ne ateş ne yanmak ne?
Bilselerdi, anlasalardı külün içinde gizlenen, külle sırdaş olan, haldaş olan bir kıvılcımla kendine gelen közleri görürlerdi.