BAŞAKLAR VE ÇOCUKLAR[1]
Sarı sarı başaklar
Bir atlas oluvermiş önümde
Gözün görebildiği kadar
Emeğin şarkısını söylüyorlar
Salınıyorlar önünde rüzgârın
Bir çocuk görüyorum
Sırtı kaşınıyor saman parçalarından
Savrulan tozlar gözlerini yakıyor
Çelişkisi sergileniyor hayatın harman yerinde
Harman yerinde oyun oynuyor çocuk
Oyuncakları sahicikten, sahici oyuncaklar
Öküz, döven ve yakan güneş
Kalaylı testi
Suyu ılımış
Çocuklar bilirim harman yerlerinde
Elleri “pamuk gibi” olmayan
Oyun oynar gibi çalışan
On iki saat çalışan
Çocuklar bilirim kara kara çatlak çatlak elleri
İKİNDİ SONLARI
Küskün ikindi sonları
Artık gün bir nostalji gibi uzar
Hem geceye bir koşu, hem bir kaçıştır
Sevdâyı yıldızlara bölüp göğe saçarız
Sayısınca yalnızlığımızın
Küskün ikindi sonları
Esintiler gibi dökülür pişmanlıklar
Yaza vedâ eden yapraklardan
Ve ağaçlara çizilen oklardan
Delik deşik bir kalp resmidir kalan
Etrafında ezik, kaçamak öpüşler
Yağmur ha yağdı ha yağacak
Sevmek bakır sinide bir tulum peyniri
Bir bir enseme vuracak damlacıkları
Sırra kadem aşkların
Ikide bir kopup duran bir film
Karışmış renkleri ve titrek görüntüsüyle
Ninni arasında uyanışlar, gülüşler
Dile gelmeyen sevdâların abandığı titrek kalp
Şimdi hangi mıasra ile avunacaktır ki
Tamamlanmamış şiirler öyle kalmalı değil mi
Ve çiziktirilen son kelimeler
Bulut olup dağılmalı
Savrulmalı çiçek tozları gibi
Yanaktaki göz yaşı gibi
Ilk sevgilinin unutulmayan ismindeki
Heceler gibi
Ah uçup gitti her şey her eskiyen gün gibi
Küskün ikindi sonlarında bir şey ararım
Avucumda sanki kül olmuş bir yaprak tutarım
Hem toz olup uçmasından korkarım
Hem rüzgâr beklerim dağıtsın hüznümü diye
Ben niye ağlarım
Küskün ikindi sonlarında
Ben niye
Devamı Var
[1] Divan 1980. 12 Eylül’e az bir yıldan az bir zaman var. Divan dergisini çıkarıyoruz. Ziraat Fakültesi’ni bitireceğiz. Şehirde mücadele veriyoruz. Ama bir de köy var. Köy çocukları…