Partili, her şey elinde ve her şeyin hâkimi kıldığımız kişiyi hiçbir şeyden sorumlu tutmuyoruz. Yetki sonsuz, sorumluluk yok. Yani, eskisi gibi sorumsuz bir Cumhurbaşkanı tarifi de anayasada duruyor. Olacak iş mi?
“Uçurumun kenarındayız” diyenlere hemen itiraz edilemez. Yaşadıklarını abartarak iletmek halkın bildiğimiz bir tavrıdır. Şaşılacak söz ve davranış hükumet edenlerinkidir. Onlar, “uçurumun kenarındayız” demekten daha ileri bir şey söylüyorlar ve beka probleminden bahsediyorlar. Vahim olan odur. Gücü uzun süredir ellerine verdiklerimiz bizi ölüm kalım mücadelesi verecek hale getirdiklerini söylüyorlar. Evet ”Beka problemimiz var” demek tam da budur.
Bu kısa yorum cümlesi üzerine acı bir durumu da fark ettiğinizden eminim: Memleketin varlık-yokluk(beka) problemi yaşadığını söyleyenler, ağızlarına ne gelirse düşünmeden bırakıyorlar. Kendileri yapmamış gibi davranıyor, olan bitenin başkasının kabahati olduğunu düşündürmek pişkinliğine giriyorlar. Her durumda buna inanacak efsunlu kalabalıklar yetiştiğini bilerek konuşuyorlar. Bununla da kalmıyor, “Biz olmazsak batarsınız” gibi akla sığmaz bir gerekçeyle olmayan bir galaksinin hayal kurgusuna(halüsinasyon) sığınıyorlar. Neresinden tutsanız dökülecek ve kaç türlü bozacağı kesin işler ve sözler ediyorlar.
“Uçurumun kenarındayız”
Cümle ve hüküm ağırdır, doğru. Lâkin, içerde-dışarda kimin ağzı sulanıyorsa bilsin ki bu büyük gemiyi batırmak kolay değildir. Mithat Cemal’in söylediği gibi: “Ölmez bu vatan farz-ı muhal ölse de hatta/ Çekmez kürenin sırtı bu tâbût-u cesîmi”. Dünya var oldukça biz var oluruz. Bizim ölümümüz dünyanın ölümüdür. Tanrı vergisi ve kazanılmış-hak edilmiş karakterimizle Türkiye’nin ve Türklüğün küllerinden doğma kabiliyeti şaşmaz tarih gerçeğidir.
Her şey istedikleri gibi gitse bile durum ve gerçek bu olmakla beraber, kül haline gelmeyi önlemek esastır. Tarih boyunca sıkıntımız buradadır. Artık olmasın. İş başa düştü. Yönetenlerimizin ne yaptıklarını gördük, görüyoruz. Yaptıklarının doğrusu azdan az. Binlerce yıllık devlet geleneğini söylediklerine bakarak bildiklerini sanıyoruz. Hayır bilmiyorlar. Birinden duymuşlar, öylesine söylüyorlar. Yaptıklarına bakarak bunu rahatlıkla söyleyebiliriz. O gelenekle davranışlarının ilgisini arayan bulamaz.
Öyle şeyler yapıyoruz ki aşiret devletleri yapmaz, yapmıyor. En basit ve herkesin anlayacağı örnekleri hatırlayın; peşmerge bile, Irak savaşı sırasında sınırına dayananları içeri almadı. Biz sınırımızı milyonlara açtık. Devlet geleneği bu uygulamanın akıldan geçirilmesine bile kesinlikle izin vermezken düşmanın yapamayacağı bu işi kendimize biz yaptık.
Beş gün önce Alman şansölyesi de içeri doldurduğumuz kimliği belli belirsiz yığınları tutmaya devam etmemizi istedi. Adamların o görüşmeden beklentileri buydu. (Basın toplantısıyla bize duyurulan Almanlara haddini bildirme oyunlarına bakmayın, kanmayın, aldanmayın. O dil zaten dil değildir ve bu zamana kadar olduğu gibi faturamızı kabartıyor. Sonuca bakın, bu tarz konuşmalardan sonra daha geri gidiyor, daha sıkışıyor, daha fakirleşiyoruz. Van Minütten beri olanları hatırlayın!) Dikkat edin, biz de geri dönüş anlaşmasını imzalamıyoruz demedik.
“Hudut namustur”
Sınırlarını bizim gibi açan ikinci bir ülke yok. Mısır’ı görüyoruz, sınır kapısını Filistinlilere kısmî yardımlara açmak için bile haftalarca bekledi. İçeriye insan almadı. Kapıda yığılanları geri çevirdi. Mısır’a niçin ölümle burun buruna gelenleri almadığı için kolay kolay kızılamaz. Daha büyük problemler doğuracak bir nüfus hareketini devletler kabul etmez. Doğrusu budur diyemesek de devlet denen organizasyon için normal olan budur. Arabın Arabı kabul etmediği yerdeyiz. Dilleri aynı. Kolay anlaşır ve kaynaşırlar. Ama almadılar, almazlar.
Yaptığımızın ne kadar büyük bir yanlış olduğunu düşündürmek için bu örneği verdim. Biz, bizimle kaynaşma ihtimali olmayan insanları aldık. Uyum sağlayabilecek olsalar bile bu kadar nüfus alınmazdı. Etnik problemlerle boğuşan Türkiye’nin yönetenleri, defedilmesi güç bir belayı aldıklarını ya fark etmediler, ya da kasten yaptılar. Bunu bu açıklıkta konuşmakta ve anlamaya çalışmakta çok geciktik. Biz misafirperveriz. Hâyır, o bu değildir. Misafir gelip geçicidir. Milyonla misafir olmaz. Üstelik o sınırlardan kimlerin girdiğini bilmiyoruz.
Yardım edilir fakat eve ortak alınmaz. O evde düzen kalmaz. O misafir, atalar sözüne benzer bir deyimimizde söylendiği gibi ev sahibini kovar. Bugün düştüğümüz durumun akılla açıklanır tarafı yoktur. Olanlar oldu; konuşacak, yanlıştan dönülmesini sağlayacak ve hiç olmazsa olacakları önlemeye çalışacağız.
Sistemsizlikle buraya geldik
Sistem, düzen demektir. Cumhurbaşkanlığı hükumet sistemi bir sistemsizlik. Nereden baksanız iler tutar tarafını göremiyorsunuz. Bozmadık bir şey bırakmadı. Yıkmadık değer bırakmadı. Devlet hayatımızda doğru giden bir şey hemen hemen kalmadı. Sosyal hayata yansıması beter bir kriz olacaktı, oldu. Kanun-kural ve düzenden bahsedemez hale geldik.
“Düzen” kurallarla işler. Hangi durumda neyin ne olacağını bilirseniz düzen vardır. Düzen varsa olacaklar “öngörülebilir”; hayatınız her an sürprize açık değildir. Sürpriz, hakıkaten sürprizdir, olursa şaşırtır. Açık anayasa hükmünün yok sayıldığı, tersine iş görüldüğü yerde düzenden bahsedemeyiz. Önünüzü göremezsiniz. Devlete güven kalmaz. Giderek kimse kimseye güvenmez. Herkes birbirini rakip ve düşman görmeye başlar. Memleket gerilim hatlarıyla sarılır. Düzenin olmadığı yerde anarşi hâkim hale gelir. Kargaşa kargaşayı doğurur.
Mutsuzlar ülkesi
Sokağa çıkın, mutsuz ve gergin yüzler göreceksiniz. Sebebi açıktır. Bu yeni düzenin düzensizliği, kuralsızlığın doğurduğu güvensizlik, insanımızı, hayatımızı rehin aldı. Bunu görüp gösterecek bir şuurdan da mahrumsak, bize olan olur.
Geçenlerde bir dost grubunda “İnsanımız yanlışa alıştı” dedim. Olanlara itiraz edilmezse, nemelazımcılık edilirse yaşananlar gitgide normal görünmeye başlar. Yönetenlerimizin sıra sıra yanlışlarına ses çıkarmadık. Susarak, “Bana mı düşmüş?” diyerek yaptıklarını normalleştiren bir bozguna biz de yardım ettik.
Artık bu toplumun büyük bir kesimi için doğru yanlıştır. Doğruyu kolay kolay anlatamazsınız. Yanlışı doğru görecek hale gelmek şuursuzluğuna biz yol açtık. Siyasiler, bize göre tavır alırlar. Biz onlara göre tavır almaya başlarsak ellerine verdiğimiz gücü kendileri için kullanmaya başlamaları kaçınılmaz sonuçtur. Balık baştan kokar ama başı kokutan da bizim umursamazlığımızdır.
Anayasaya uyulmazsa düzen kalmaz
Anayasanın açık hükmünü dinlememek yeni değildir. 2014’ten itibaren devamlı anayasa çiğneniyor. 2010 referandumu miladdır. Hukuk kurumları, yüksek mahkemelerden Yargıtay, o referandumdan sonra Fetö öncülüğünde ele geçirildi. Tam tabiri maalesef bu “ele geçirme”dir ve iyi bir çağrışımı yoktur. Çatışmacı bir anlayışı düşündürür.
O günlerden beri patates şöyle yetiştirilir deseniz, konu açsanız, bilenin dediğine değil, birinin dediğine uyulur hale geldi. Yanlışları normalleştirmenin yolu buralara kadar bağlandı. Sınırları açmanın ve memleketin insan ve vatandaş profilini değiştirmeye yol açmanın nereye varacağını daha görmedik. Akıllanmaz ve çözmezsek tam göreceğiz.
Baraj, adı üstünde suyu biriktirme ve kontrollü kullanma sistemidir. Biz böyle bir işe girmekle baraj kapaklarını açmış ve memleketi sele vermiş olduk. Bu gayet açıktır. Bize benzer şekli de ruhu da yoktur.
Hâlâ seyirciyiz
Düzeltmeye uğraşmanın ve bu durumda ahlaklı kalmanın manasızlaştığını düşünen ruhsuz kalabalıklar oluştu. Her yanımız, günü ve kendini kurtarmak isteyenlerle doldu. Günü kurtarmanın bile mümkün olmadığını hükumetimizin uygulamalarından da biliyoruz. Kalabalıkların bu kadarını bilmesi beklenmez. Halk günlük yaşar. Yanlışlara battıkça battığımızı gösterecek ve değiştirecek çıkarsa şimdi görecek.
Farklı yönlerden bakar gibi aynı konu etrafında döneceğim: Vatandaş tepeye bakar. Olanı biteni çabucak anlar ve vaziyet alır. Kamuoyunda, 2014’ten beri bazı anayasa hükümleri uygulanmıyorsa, hiçbir hüküm uygulanmayabilir. Tepedekiler keyfine göre hareket ediyorsa, biz de başımızın çaresine bakalım düşüncesi yerleşmeye başlar. Halk olanı görür ve hemen pozisyon alır. Anarşiyi buralarda aramak lazım.
Cumhurbaşkanlığı makamının itibarı sarsıldı
Bize uymaz, uymadı ve uymayacak ama diyelim ki partili bir Cumhurbaşkanımız olsun dedik. Referandumda bunu kabul ettik. Arkasından ona göre düzenlemeler yapacağımızı da kabul ettik ama yapmadık. Kutsallığa yakın konumladığımız o makamın itibarını taraflı hale getirerek sarstık. Bir de taraflılığa göre olan kuralları değiştirmediğimiz için sarstık.
Cumhurbaşkanımıza eskisi gibi yüksek saygı bekledik ama artık onun olamayacağı bir duruma yol açtığımızı düşünmedik. Tarafsız Cumhurbaşkanı için konulmuş itibar hükümlerini değiştirmedik. Onları, eleştirenlere karşı sopa haline getirmemiz işleri büsbütün karıştırdı. Eski Cumhurbaşkanlarımızın şahsiyetleri ve konumları itibariyle kötü bir şey söylemeleri kimsenin aklına gelmezdi. Şimdiki Cumhurbaşkanımız her şeyi söylüyor. Ona ağzını açan olursa da “Vay sen nasıl saygısızlık edersin?” diyerek başına olmadık işler getiriyoruz.
Partili, her şey elinde ve her şeyin hâkimi kıldığımız kişiyi hiçbir şeyden sorumlu tutmuyoruz. Yetki sonsuz, sorumluluk yok. Yani, eskisi gibi sorumsuz bir Cumhurbaşkanı tarifi de anayasada duruyor. Olacak iş mi? Konuşacaksak bunları konuşalım.