Prof. Dr. Şahin Filiz yazdı
“Sessiz İstila”, hemen her ülkeden sığınmacı ve kaçağın neredeyse elini kolunu sallayarak gün geçtikçe sınırlarımızdan ülkemize artarak yığınlar halinde giriş yapmasıyla, “davul-zurna ile istila” edilmesi aşamasına gelmiş durumdadır. %00,5 oyuyla Altılı Masanın gediklisi olmaktan ar duymayan eski 20 aylık Başbakan Ahmet Davudoğlu’nun akıl dışı ve ülke çıkarlarına taban tabana aykırı yanlış politikaları yüzünden Suriye iç savaşı dönüp bize vurmuş ve milyonlarca sığınmacı, emperyalistlerin tedhişi ile Türk topraklarına sürülmüştür. Stratejik derin ihanet meyvelerini vermiş; Eski Başbakan Binali Yıldırım’ın deyimiyle, “Avrupa’yı Ortadoğu’daki teröristlerden korumak” üzere, Türkiye göğsünü, demografisini, ekonomisini, sosyal yaşamını, eğitimini ve geleceğini siper etmiş; saydığım her alanda en ağır ve tehlikeli yükü omuzlamış bulunmaktadır. Milyonlarca sığınmacı içine gizlenmiş onlarca terör örgütü mensubu ülkemize sızmış; Türk milletinin her alanda, özellikle ekonomik ve kültürel alanlarda geleceğini ipotek altına almıştır. Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’ın dediği gibi, ülke içindeki 13 milyonu aşan Suriyeli sığınmacı sayısı yetmiyormuş gibi halen Afganistan’dan, İran’dan, Irak’tan, Pakistan’dan ve yine Suriye’den sığınmacı girişi devam etmektedir.
Türk vatandaşları sessiz istila karşısında sosyal, ekonomik ve siyasi açmaza sürüklenmiş; toprakları, şehirleri, caddeleri, sokakları ve ekonomisi sesli bir istilanın tutsağı haline gelmektedir. Şimdiye kadar sığınmacılara harcanan 144 milyar dolar katlanarak artmakta; her Türk vatandaşının cebinden 31.000 TL çıkmaktadır. Gıda, barınma ve çeşitli kalemlerde günden güne katlanan fiyatlar altında ezilen Türk halkı, hayat pahalılığı karşısında giderek daha fazla çaresizliğe sürüklenmektedir. Böyle bir tablo, hiçbir ekonomik çözümü etkin kılmaz. Tarım, ticaret, yatırım, üretim, eğitim, güvenlik ve sağlık hem mevcut sığınmacıların kendi vatanlarına yollanmasına ve hem de sığınmacı akışının derhal durdurulmasına bağlıdır. Türkiye’nin en büyük sorunu budur. Bu sorun, diğer sorunların koçbaşıdır. Sığınmacı sorunu çözülmeden diğerlerine hiç zaman sıra gelmeyecektir.
Sorun sadece Suriyeli, Afganistanlı ya da Pakistanlı sığınmacılardan ibaret değildir. Rusya-Ukrayna Savaşı nedeniyle her iki ülkeden binlerce insan ülkemize plansız programsız bir şekilde giriş yapmakta; özellikle sahil kentlerimiz Rus ve Ukraynalı başka türlü sığınmacıların istilasına uğramaktadır. Antalya ilimiz bu istilaya maruz kalan kalan kentlerimizin başında gelmektedir.
Zafer Partisi Antalya İl Başkanı Yaşar Kökçe 5 Kasım’da İl binasında yaptığı açıklamada Rus ve Ukraynalı istilasını somut verilere ve rakamlara dayandırarak açıklamaktadır:
“Yüksek kiralardan ve konut satışlarından dolayı ülkemiz yaşanmaz hale gelmiştir. Türk vatandaşları kendi yurdunda öksüz ve sahipsiz kalmıştır.
Rusların konut alımının geçen yıla göre 3 kat arttığını istatistik verilerle anlatan Başkan Kökçe, “Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre, 1 Ocak- 30 Eylül’de geçen yılın aynı dönemine göre, yüzde 32,4’lük artışla yabancılara ülke genelinde 49 bin 644 konut satıldı.
1 Ocak-30 Eylül’ de yabancılara konut satışına bakıldığında, yüzde 10’luk artış ve 19 bin 594 konutla İstanbul, ilk sırada yer alıyor. İkinci sırada, bu yıl Rusya ve Ukrayna arasındaki savaş nedeniyle iki ülkeden de yoğun göç alan Antalya geliyor. Ülke uyruklarına göre Rusların konut alımı, geçen yıla göre 3 kat arttı. Geçen sene aynı dönemde başta Antalya olmak üzere Türkiye’ den 3 bin 115 konut alan Rusya vatandaşları, bu yıl 9 bin 311 konut satın aldı. Rusya ve Ukrayna dışındaki en çok konut satışı yapılan ülke vatandaşları ise İranlılar 6 bin 540, Iraklılar 5 bin 255, Almanlar 2 bin 58, Kazaklar 2 bin 45, Afganlar 1487, Kuveytliler 1318, ABD’liler 1032, Çinliler 992, Azerbaycanlılar 988, İngilizler 975 konut olarak sıralandı. Türk turizminin gelişimiyle yılda 10 milyondan fazla turisti ağırlayan Antalya, zamanla yabancıların yaşamak için tercih ettiği kent haline dönüştü”.
Yaşar Kökçe, önlenemez boyutlara doğru ilerleyen bu sorunun çözümüyle ilgili olarak,
Hangi milletten ve dinden olursa olsun, yabancılara konut satışının bir an önce durdurulması ve 15-20 bin liradan başlayıp 70-80 bin liraya kadar yükselen aylık konut kiralarına müdahale edilip kamu görevlilerinin kent merkezindeki astronomik kira ve konut fiyatlarından dolayı tayin istemek zorunda bırakılmamalı önerisinde bulunmaktadır. Yüksek kiralar yüzünden artık orta hatta yüksek gelirli kamu görevlileri bile tayin isteyip şehirden ayrılmanın yollarını aramaya başlamışlardır. Bu nedenle kamu çalışanlarının Antalya ve benzer illerimizdeki çalışma süreleri İstanbul’da olduğu gibi doğu hizmetinden sayılmalıdır.
Üstüne üstlük, Konyaaltı’nın CHP’li Belediye Başkanı Semih Esen, Nasreddin Hoca’nın “Fil Hikayesi”ni andırırcasına, “İlçemizde 50 bin Rus ve Ukraynalı ile barış içinde yaşıyoruz. 40 bin yabancının daha ilçemize gelebilmesi için Çakırlar’ı ve Karadağ’a imara açıp 50 bin konutluk yerleşim yeri yapacağız” diyor. Bu arada Çakırlar ve Karadağ bölgeleri Antalya’nın akciğerleri sayılır. Giderek hantalca büyüyen Antalya şehir merkezinden 10 km’lik uzaklıktaki bu bölgeler romanlık alanlardır ve halkın nefes aldığı nadide yerlerdendir.
Belediye Başkanının bu talihsiz açıklaması, iktidar ile muhalefetin aynı kısa görüşü paylaştığını gösteren can alıcı örneklerden biridir.
Özellikle Antalya’da ortalama bir ailenin kalabileceği kiralık bir ev, en az 15-20 bin liradan başlıyor. Konut satışları da akın eden yabancılara göre belirlendiğinden, sıradan bir daire en az 4-5 milyon bandında seyrediyor. Konut almayı düşünmek bile imkân dairesinden çıkmış durumdadır. Kiralara gelince; en asgari kira 15 bin lira iken, bir kamu görevlisinin en az 20-25 bin lira maaş alması gerekir. Kaldı ki bu kritik bir sınırdır. Kira ve gıda dışında bir dünyanız olmayacaksa bu aylıkla ancak hayatta kalabilirsiniz. Üstelik aylık geliri 20-25 bin TL ve üzerinde kaç kamu görevlisi vardır? Hemşire, doktor, polis, hatta polis amirleri ve müdürleri, resmî kurumlarda çalışan diğer pek çok kamu görevlisinin maaşları iki katına çıksa da bu kiralara karşılamaya yetmez. Bu rakamlar yorum ya da haber değil, hayatın görmezden gelinen acı gerçekleridir.
Kamu görevini yapamaz hale gelen Türk vatandaşları görevlerini bırakma, istifa etme, tayin isteme veya emekliye ayrılma gibi çaresizliklerden çaresizlik beğenmek zorunda kalırlarsa devlet nasıl işleyecektir? Hiç düşündünüz mü?
Durumun vahameti bununla da sınırlı kalmıyor. Suriyelisinden Ukraynalısına kadar ülkemize akın eden yabancılar, şehirlerimizde sosyal, ekonomik ve demografik yapıyı hırpalıyor; şehir merkezindeki Türk vatandaşlarının gün geçtikçe şehir dışındaki mahallelere, kasabalara ve hatta kırsal bölgelere göç etmelerine neden olmaya başladı. Türk vatandaşları sessiz bir sürgünle karşı karşıya kalmıştır. Sayıları katlanarak artan yabancılar, kendi ekonomik ve sosyal gettolarını yine kendi aralarında dönen sermaye ile kurmaya başladılar. Kiraladıkları evleri üç-dört katına başkalarına kiralayıp bedellerini elden aldıkları için yabancı-kayıt dışı ekonomik sistem oluşturuyorlar. Bir site yöneticisi iki gün önce bana şunları aktardı: “Yönettiğim sitede ben dahil 5 Türk aile kaldık. Onlarcası Rus ve Ukraynalı ailelerden oluşuyor. Site ihtiyaçları için her dairen örneğin 500 TL istediğimde, yabancı mukimler, ‘o da para mı? Daire başı en az 1000’er dolar toplansın, veremeyen siteden taşınsın” diyorlar. Kiraladıkları evleri iki, üç, dört katına başkalarına kiralıyorlar. Kontrat, kayıt vea yazılı bir anlaşma olmadan yapılan bu korsan kiralamalar, hep kira artışlarını körüklüyor hem de elden aldıkları kira bedelleri ile ülke ekonomisine zarar veriyorlar. Şikâyetim üzerine, bunlara ele başılık yapan emlakçıya 25.000 TL ceza kestiler ve olay tekrar kaldığı yerden devam etti.”
Site yöneticisi bu uygulamanın pek çok sitede artık yaygınlaştığını da ekliyor. Bunları ben duyabiliyorsam yetkililer daha fazla bilgiye sahiptir demektir.
Yetkililer bu yanlışa dur diyemez mi? Denetleyemezler mi? Yapsınlar öyleyse, ne duruyorlar?
Yazık değil mi bu millete, vatandaşa?
Hani sarı muhalefet? İngiliz tefecileri sokağına yanlışlıkla girip de ben bilmiyordum diyenlerden ne beklenir? Hesaplaşmadan helalleşenlerden medet ummak acziyettir. Çakma muhalefet, sessiz sürgüne neden olanlarla da hesaplaşamaz, ancak helalleşir.
Bu ekonomik ve demografik sessiz sürgün, Cumhuriyet ve Türk düşmanı bazı çevreleri son derece mutlu etmişe benziyor. “Ne mutluTürk’üm Diyene” demek, ırkçı bir sözdür”, “Türkler İslam olmadan önce vahşi bir yığını ifade ediyordu; İslam’la birlikte biraz insan oldular”, “Atatürk’ü sevmek şirktir; hemen tevbe edilmeli” gibi bölücü-ırkçı saldırılarla Türk milletini hedef alanlar işte bu sessiz sürgünün gönüllü destekçileridir. Türk milletini maddi ve manevi olarak kendi şehirlerinden, caddelerinden, topraklarından sessiz sedasız uzaklaştırmaya dönük bu saldırılar, geri tepecektir.
Türk milleti sessiz istilaya da, bunun kaçınılmaz sonucu olan sessiz sürgüne de sessiz kalmayacak; Türk topraklarının Türksüzleştirilmesine izin vermeyecektir.
Türk dünyasının varlığı, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilelebet Türklükle var olmasına bağlıdır.
https://www.veryansintv.com/sessiz-surgun-anadoluyu-turksuzlestirmek/