Rusya’nın Ukrayna’yı işgali dünyanın yeniden düzenlendiğinin bir işareti oldu. Böylesine nazik bir dönemde Türkiye dünyanın kilit noktasında barışın ve istikrarın sembolü olarak duruyordu. Atalarımızdan kalan miras, bize haklının hakkını teslim etme ve adaletle dünyaya hükmetme görevini vermişti. Biz de bu görevi gücümüz oranında yerine getirmeye çalışıyorduk. Göçmen dalgasının üstesinden gelmeye çalışmıştık. Terör yuvalarına düzenlenen Pençe-Kilit harekâtı olsun, Mavi Vatan tatbikatı olsun milletimizin gönlünü ferahlatmış, geleceğe olan güvenimizi arttırmıştı. ABD, AB vd. güçlerin fonlarından beslenen Türkiye’deki bazı kişi ve kuruluşlara bir yerlerden bazı komutlar geldi ve yürek burkan haberler almaya başladık. Tabii haber verilen her güzel veya çirkin olayın bir de sebebi var. Olaylara ve dolayısıyla Türkiye üzerindeki hazırlıklara kısaca bir göz atalım.
Türkiye’nin demografik ve sosyal yapısını değiştirmek isteyen her türden hain harekete geçti. Eli kalem tutan, senaryo yazan közkamanı da, silah tutan eşkıyası da, silah ve uyuşturucu kaçakçısı da, kara para aklayıcısı da var. Mesela Suriyeli göçmenler konusunu işleyen, Türkleri aşağılayan Müjde diye bir film yayınlandı. Terör olayları, bombalama haberleri artmaya başladı. Gaziosmanpaşa’da, Bursa’da saldırılar oldu. Bu saldırıların sömürgecilerin baş kuklası PKK eliyle gerçekleştiğini düşünülüyor. Çünkü PKK’nın şimdiki gavatı (Kendi halkını başka milletlere peşkeş çektikleri için bu tabir rahatlıkla kullanılabilir.) Duran Kalkan “Türkiye’nin her yeri savaş alanı olacak.” dedi. Mahir Çayanlar da öyle demişti. AB eslemesi vakıf ve derneklerin desteğiyle hazırlanan KONDA raporu sunarken Bekir, “… Kürt meselesi hakkında söylenmeyen cümle kalmadı. Yeniden 20 yıl, 30 yıl öncesine döndük… Bir yandan da Kürt meselesi gibi bunca yaşanmışlık var… Toplumda bir farkındalık var. Arzuladığımız hızda ve güçte olamayabilir ama zihni bir dönüşüm var… ama o değişimi yansıtma konusunda gayret yok… değişimi sokakta hayata geçirmeye kalktığında başına gelecekler konusunda yeterince deneyimi ve birikimi var. Birçok konuda zihni bir dönüşüm var ama bu gayrete yansımıyor. Sokakta bunu göremiyoruz…” diyor. Devamında “barış”tan, Diyarbakır meydanında APO’nun mektubunun okunmasından, açılım sürecinden söz ediyor. Kondacı Bekir Ağırdır’ın ne dediğini anladınız; PKK’lı Duran Kalkan’a verilen emrin ona da verildiğini anlıyoruz; zemin hazırlamakla görevlendirilmiş. Ne zaman bir araştırma şirketi bir Kürt raporu yayınlasa, Kürt meselesinden söz etse kusmak içimden geliyor. Emperyalizmin uşaklarının bu sahtekârlığından iğreniyorum. Yaraları tamir etme görüntüsü altında kaşımaya, kanatmaya çalışıyor, kardeşi kardeşe kırdırmak, hendeklere dönmek istiyorlar.
Düğmeye basıldığı çok açık. PKK yöneticisi ile PKK sözcüsü HDP ve Araştırma Şirketi birlikte çalışıyor. PKK’nın kara parasını PKK’lı işadamlarının sahil şehirlerinde akladıklarını söyleyen avukat Ayşenaz Çimen’i bölücülükle suçlayan baro ve linç etmeye kalkışan basındaki yandaşları, PKK ile aynı şeyleri dillendiriyor. Çünkü aynı yerden emir alıyorlar. Ne hikmetse ABD ve AB fonları Türkiye’deki satılmış közkamanlara akmaya devam ediyor. Gazetelerde her türlü bölücülük yapılıyor, Türk toplumu her bakımdan dönüştürülmeye çalışılıyor. Önemsiz gibi duran en ürkütücü haber ise mafyacı Behçet Cantürk adının bir caddeye verilmesi, bir başka insan müsveddesinin de o tabelanın altında poz vermesi. (Atatürk’ün “Türk Öğün Çalış Güven yazısı Lice’de kaldırılmıştı.)
Düşman kahpeliğini yapar. İçimizden de kahpeler bulur. Doğaldır. Asıl mesele şu: Türkiye ne zaman bir sınır ötesi büyük harekât yapsa “içeriyi karıştırırız ha!” deniliyor ve yöneticilerimiz bu blöfü yiyor. Değilse devletin kayyum olarak atadığı kaymakam, tabela kepazeliğine niçin seyirci kalıyor? Hükümet, bütün besleme vakıf ve dernekleri bildiği halde niçin hesaplarını görmüyor? Bölücülüğü açık basın organlarını, araştırma şirketlerini niçin vaktinde susturmuyor? İnsanımızın beyninin iğfal edilmesine niçin göz yumuyor? Gün geliyor, emperyalizmin kullandığı nesiller devlet eliyle yok ediliyor. Hâlbuki milletin bütün zenginliklerini dikkatlice birleştirmek, yetişmiş kadrolarımızı, gencecik insanlarımızı heba edip durmak yerine fitneyi kökünden kazımak gerekiyor.
Peki, bunu kim yapacak? AKP milletvekili Pelin Gündeş’i AB meclisinde Türkiye’yi savunan önerge vermemesi için sıkıştıran Mevlüt Çavuşoğlu mu, Nursuna Memecan mı yapacak? Düşmanına şirin gözükmeye çalışan kendisine düşman olmuştur. Devlet, kendi yıkımını hazırlayan yöneticilerce idare edilemez. Çok tehlikeli bir döneme giriyoruz ve bu dönem hata kabul etmeyecektir. Sivrisineklerle mücadele etmek yerine bataklığın kurutulması gerekir. Siyasiler Türk milletini oyalamaktan vazgeçmeli. Can alıcı soru ise şu: Türk milleti bunca hainin, ihanetlerin üstesinden gelebilecek kadroları, bu sahipsizliğine, bu nüfus durumuna rağmen nasıl hazırlayacak? Bozkurt ne yapacak?