Çözüm süreci Kürt asıllı yurttaşlar ile PKK terör örgütü ayrımını ortadan kaldırmıştır. Hapishanedeki Öcalan’ı Kürtlerin lideri, PKK’yı da onların haklarını savunun silahlı örgüt kimliğine ulaştırmıştır.
Öcalan’ın sosyalist/ateist ve seküler olması Erdoğan’ı bu bağlamda yeni bir arayışa sokmuştur. İslamcı ve milliyetçi Kürtlerin AKP yönlendirilmesi için Erdoğan tarafından 30 Mart seçim sürecinde Barzani bunun için Diyarbakır’a çağrılmıştır. Böylece Güneydoğu bir yanda Öcalan’ın HDP’si diğer yandan Barzani’nin desteğini alan AKP arasında siyaseten taksim edilmiştir.
“Kürdistan” konusunda hapishanedeki Öcalan ile Barzani arasındaki ilişkileri bu olgu üzerinden okumak gerekir.
Önceleri gizlice MİT üzerinde gerçekleştirilen Öcalan/Barzani ilişkileri gelinen süreçte aleni olarak HDP üzerinden yürütülmektedir. Geçtiğimiz hafta HDP’li Önder ile Zana’nın, Abdullah Öcalan’ın yazdığı mektubu Mesud Barzani’ye ilettikleri duyuruldu. Öcalan’ın mektupta ‘çözüm sürecine önem verdiğini ve desteklediğini ifade ediliyor. Barzani’nin de destekleri isteniyor. Sürecin başarıya ulaşması için Kürt taraflarının da birlikte hareket etmesinin’ gereklerine vurgu yapılıyor.
IKBY Başkanı Mesut Barzani ise Ortadoğu’da bugünkü sınırları belirleyen Sykes-Picot anlaşmasının geçerliliğini yitirdiğini savunuyor ve şöyle diyor: "Aslında Sykes-Picot sınırları zaten yapaydı… Her taraf kendi hareket noktası ve hesapları doğrultusunda konuşuyor ancak bu sınırlar doğal değil, yapay sınırlardır. Her zorunlu taksim sonsuza kadar süremez. Yeni sınırlar Sykes-Picot sınırları yerine kanla çizilmiştir."
Barzani bölgede küresel akıl ile birlikte yeni sınırlar çiziyor. IŞİD ile oluşan yeni siyasal iklimde sorun Irak’ın ya da Suriye’nin sınırlarının yeniden çizilmesinden ibaret değildir.
Türkiye’nin sınırlarının yeni operasyonlardan muaf olduğunu düşünmek doğru değildir. Bu bağlamda Barzani ile Öcalan’ın mektuplaşması, ilişkisi ya da dayanışması da manidardır.
AKP’nin Barzani/Öcalan ilişkisinin arasındaki ilişkiye kolaylaştırması ve teşvik etmesi de ancak aklını yitirmiş bir iktidarın yapacağı iştir.
Türkiye’de HDP’nin seçime yüzde on barajı ile girmesi Öcalan, Barzani ve Kandil arasında ki görüşme ve mutabakatın sonucu olmadığını kimse söyleyemez. Çünkü malum sorunun aktörleri bölgeyi bütünsel olarak taksim etme amacındadır.
Nitekim yüzde on barajıyla parti olarak seçime girerek barajı aşması da baraja takılması da HDP’ye ve bölücü emellere hizmet edecektir.
HDP’nin Parti olarak seçime girmesi ve barajın altında kalmasını fırsat olarak değerlendirenler var. Yaşar Kaya şöyle diyor: “HDP’nin barajın altında kalmasını istiyorum. Eğer barajın altında kalırlarsa yeniden bir imkân doğacak. Diyarbakır’a gidilerek bir bölge parlamentosu kurulmasından yanayım.
Fiili olarak özerklik durumu yaratılmalı. Özerk yönetim için Kürdistan Bölgesi’ni örnek alsınlar”
Benzer bir değerlendirme de Ahmet Türk’ten gelmiştir. O da "Halkların kurtuluşu için silah artık yalnız başına yetmiyor. Bunun yanı sıra siyasetin kapısını aralamamız gerek. Savaşta kazandıklarınızı siyaset masasında yitirebilirsiniz… HDP olarak seçimlere gireceğiz…Seçim barajına takılıp seçilmezsek de bu vebal devletindir. Bizler de kendi kaderimizi kendimiz tayin ederiz. Bundan sonrasını devlet düşünsün" diyor.
Diğer yandan KCK’lı Sabri Ok, ‘Kürt halkının yeni bir mücadele hamlesine hazır olması’ gerektiği yolunda talimat veriyor, hazırlıklar yapıyor.
Gelinen aşamada ise AKP’nin Güneydoğu’da kontrolü büyük ölçüde PKK’ya kaptırdığı ve bundan da rahatsızlık duymadığı açığa çıkmış bulunmaktadır. Erdoğan/Davutoğlu ikilisine göre önemli olan bölgede Kamu düzeni ve güvenliğinin olmasıdır. Onlara göre kamu düzeni ve güvenliğinin kimin sağladığı o kadar önemli değildir. Küresel akıl, bölgede lif lif, damar damar Birleşik Büyük Kürdistan’ı inşa ediyorken Türkiye AKP’nin yoz siyasetiyle meşgul ediliyor.
7 Haziran sonrası her durumda Türkiye’yi kaos bekliyor!